encarnación'dan çıktığımdan beri yoldayım, uyku yok, mola yok, yemek yok, (tabii). gece, kasırga, yağmur, içinde yürüyorum, kılık sade, bilhassa şartlar düşünülürse; sızlanmıyorum. gecesiz, yağmursuz, kasırgasız herhangi bir sokak lambasının altında durduğumu söylemeye cesaret edemiyorum. sokak lambası, tepenin üstünden görünen bir vaha, gecenin ortasında bir delik, dışarıdakileri yoğunlaştırarak içeri çeken küçük bir delik, geceyi örneğin, yağmuru, kasırgayı... cezbe: kendi kendimi ikna edene, haksız bir şikayeti gereksiz bir söylenmeye dönüştürene dek tekrarladığım bir sıfat, bir fiil, ve ben, "çı-rıl-çıp-lak, yü-rü-yor-um", herhangi bir sokak lambasının altında duruyorum. yerdeki ışık gözümde yansıyor, sarı, eğilip alıyorum, yüzüm kayıp bir kol saatinin metalinde parlıyor, bileğime takmaya çalışıyorum, kayıp düşüyor, hoşuma gidiyor, kayıp düşüyor, hatta eğleniyorum, kayıp düşüyor; kol anlamını yitirdikten sonra yalnızca saat kalıyor geriye, bilmemkaçıncı eğe kemiğinin üstüne takıyorum: tik-tak, tik-tak, takırtılar, ya da, güm-güm, güm-güm, gümbürtüler, karışıyor birbirine; ayaklarım pek de büyük olmayan bir su birikintisinin içinde. söyleniyorum: yansımalar, zaman, birbirine karışan likit yansımalar zaman, ve devam ediyorum isteksizce: yarını kapsayan ya da yarının kapsadığı her şey, kısaca yarın, ya da dün, bugün, daha da ileri gitmemek için kendimi zor tutuyorum, ama gidiyoruz (bir harfi değiştiriyorsun ve bu hamlenin, hilenin, fark edilmeyeceğini sanıyorsun, pis herif): şimdiye ulaşıyoruz, şimdi, problematik. bindokuzyüzseksensekiz'de başka bir sözcüktü bu mesela, şimdi başka (aferin!), gelecekte daha da başka olabilir, arzudan bahsedersek.
sokak, ağaçlar, yürüyüş, hareket, ses, söz, yani düşünce, yaşam, ve beraberinde, ve uzakta bir yerde, yerin altında diyelim, ölüm. çırılçıplak söylenmekten sıkılıyorum, üstelik gece, yağmur, kasırga, (onu da iliştirsene buraya, sahtekar!), ölüm, yaprakların ölümü. yattığı yerde bayat bir iskelet, iskelete yapışan taze cesetler, ölü yapraklar, yeni dokular, yepyeni damarlar, kan, ve tekrar zaman: yaprakadam. adam derken, elbette insanı kastediyorum ve diğerinden ayırmıyorum olumlayarak, ne de olsa bütün iskeletler birbirine benziyor gözler alışana dek; taze göz, diyerek kahkaha atıyorum. henüz bacaksızken okuduğum bir öyküyü hatırlıyorum: yolun ortasında pek de küçük olmayan bir su birikintisine fırlatılıp içinde yok olan bir çocuk; basit bir eğlence, bir oyun veya kavga, ya sonra? yazarı kimdi ve neden yazmıştı bilmiyorum, nihayetinde güçsüz, hatta anlamsız sorular soruyorum sızlanarak, kafam karışık belki (belli ki). tam zamanında el paso'ya varıyorum, el paso'da bir otel odasına, (buna benzeyen bir odam vardı tula'da), odanın diğer ucuna yürüyorum, gecesiz, kasırgasız, yağmurlukla, masaya oturuyoruz, üstünde bir tas var (sen koydun bu uğursuz şeyi buraya, bırak kaldırayım!), bükülüp eğiliyoruz ikimiz birden, yağmur yeniden başlıyor, kasırga geride kalıyor, gece zaten hiç olmadı, tasın içine bakıyoruz: ölü yapraklar, taze dokular, su, birikinti, çamur, zaman; pencerede gölgeli sesler, kulaklar tasa yapışık, güm-güm, güm-güm, tik-tak, tik-tak, adamyaprak.
sokak, ağaçlar, yürüyüş, hareket, ses, söz, yani düşünce, yaşam, ve beraberinde, ve uzakta bir yerde, yerin altında diyelim, ölüm. çırılçıplak söylenmekten sıkılıyorum, üstelik gece, yağmur, kasırga, (onu da iliştirsene buraya, sahtekar!), ölüm, yaprakların ölümü. yattığı yerde bayat bir iskelet, iskelete yapışan taze cesetler, ölü yapraklar, yeni dokular, yepyeni damarlar, kan, ve tekrar zaman: yaprakadam. adam derken, elbette insanı kastediyorum ve diğerinden ayırmıyorum olumlayarak, ne de olsa bütün iskeletler birbirine benziyor gözler alışana dek; taze göz, diyerek kahkaha atıyorum. henüz bacaksızken okuduğum bir öyküyü hatırlıyorum: yolun ortasında pek de küçük olmayan bir su birikintisine fırlatılıp içinde yok olan bir çocuk; basit bir eğlence, bir oyun veya kavga, ya sonra? yazarı kimdi ve neden yazmıştı bilmiyorum, nihayetinde güçsüz, hatta anlamsız sorular soruyorum sızlanarak, kafam karışık belki (belli ki). tam zamanında el paso'ya varıyorum, el paso'da bir otel odasına, (buna benzeyen bir odam vardı tula'da), odanın diğer ucuna yürüyorum, gecesiz, kasırgasız, yağmurlukla, masaya oturuyoruz, üstünde bir tas var (sen koydun bu uğursuz şeyi buraya, bırak kaldırayım!), bükülüp eğiliyoruz ikimiz birden, yağmur yeniden başlıyor, kasırga geride kalıyor, gece zaten hiç olmadı, tasın içine bakıyoruz: ölü yapraklar, taze dokular, su, birikinti, çamur, zaman; pencerede gölgeli sesler, kulaklar tasa yapışık, güm-güm, güm-güm, tik-tak, tik-tak, adamyaprak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder