bulunduğum sokağa yağmurun getirdiği kimsesizlikten faydalanıp, tüm sokağa ve sokağa ait ne varsa hepsine şükranlarımı sunuyorum, ben olmadıkları için.
eni onyedi metre, boyu sonsuz olan bir sokakta, evimin salonundaki kanepede yürüyormuşum gibi duruyorum. önümde ve arkamda uzayıp giden sonsuzluğun kısıtlayıcılığına yalnızca eylemsizlikle karşı koyabilirim, fakat bunu bile yapamıyorum. çünkü durmak sözcüğü, hiç vakit kaybetmeden eylemini çağırıyor; çünkü sonsuzluk, parmaklıklarına asla ulaşamayacağım kafesin dışına çıkamayacak; çünkü hücrenin saydam duvarlarını göremesem de orada olduklarını biliyorum. istediğin kelimeyi seç ve onu kavradığın avuçlarınla uzat bana sonsuzluğu, istediğin sembolü yapıştır üzerine, denklemdeki her değeri yerli yerine oturtmak ve biraz da beni avutmak için; yine de sonsuzluk, iki omzumun doğrultusundaki onyedi metreden daha insancıl ve daha merhametli gelmeyecek bana. işte bu yüzden biraz kıpırdanıp yönümü değiştiriyorum ve biri üstünde durduğum, diğeri tam karşımda benimkine paralel uzanan iki kaldırım arasında durmaksızın gidip geldiğimi düşlüyorum. hangi doğrultuda yol alınırsa alınsın, şefkatli ve yapay bir özgürlük duygusu (şefkatli demek, yapay demek; daima arzulandığı şekliyle dolabilseydi özgürlüğün kabı, özgürün hissettiği muhtemelen acı ve kafa karışıklığından başka bir şey olmayacaktı) nasıl olsa yakasını bırakmıyor insanın, o halde sınırı bilinen, görülen, dokunulan ve hatta yere yapıştığında orada olmaması gereken bir şeye çarptığını fark edebileceğin bir teslimiyeti tercih etmenin kötü bir yanı yok; aksine, daha faydalı. diğer teslimiyet, yani etrafında ne olduğunu bilmeden, kendini bilmeden, bilmeyi bilmeden ve daha fenası bazı önemli şeyleri (*) reddederek uçsuz bucaksız sokakta koştururken birilerine çarpmamak, yaralamamak, ezmemek, öldürmemek ve bu insansı dehşetten bir şeyler öğrenmek mümkün değil, hatta öğrenmeyi öğrenmek bile. sakat bacakların üstünde sürdürülen kusursuz bir yarış oyunu bu; oyuncular, sakatlıklarının ayırdına varamadan ölüyor, ve belki de ancak öldüklerinde varış çizgisinin hiçbir zaman orada olmadığını anlıyor, kim bilir. fakat bu bile bazı durumlara yeğdir: yatağa ya da kanepeye uzanıp varolmayan ve asla varolmayacak bir sokağın ortasında düşlere dalmış bir yokvarlık olarak durmanın hayalini kurabilirsin, tıpkı benim gibi, bacaklarını hissetmeyerek.
hissetmek demişken…
eni onyedi metre, boyu sonsuz olan bir sokakta, evimin salonundaki kanepede yürüyormuşum gibi duruyorum. önümde ve arkamda uzayıp giden sonsuzluğun kısıtlayıcılığına yalnızca eylemsizlikle karşı koyabilirim, fakat bunu bile yapamıyorum. çünkü durmak sözcüğü, hiç vakit kaybetmeden eylemini çağırıyor; çünkü sonsuzluk, parmaklıklarına asla ulaşamayacağım kafesin dışına çıkamayacak; çünkü hücrenin saydam duvarlarını göremesem de orada olduklarını biliyorum. istediğin kelimeyi seç ve onu kavradığın avuçlarınla uzat bana sonsuzluğu, istediğin sembolü yapıştır üzerine, denklemdeki her değeri yerli yerine oturtmak ve biraz da beni avutmak için; yine de sonsuzluk, iki omzumun doğrultusundaki onyedi metreden daha insancıl ve daha merhametli gelmeyecek bana. işte bu yüzden biraz kıpırdanıp yönümü değiştiriyorum ve biri üstünde durduğum, diğeri tam karşımda benimkine paralel uzanan iki kaldırım arasında durmaksızın gidip geldiğimi düşlüyorum. hangi doğrultuda yol alınırsa alınsın, şefkatli ve yapay bir özgürlük duygusu (şefkatli demek, yapay demek; daima arzulandığı şekliyle dolabilseydi özgürlüğün kabı, özgürün hissettiği muhtemelen acı ve kafa karışıklığından başka bir şey olmayacaktı) nasıl olsa yakasını bırakmıyor insanın, o halde sınırı bilinen, görülen, dokunulan ve hatta yere yapıştığında orada olmaması gereken bir şeye çarptığını fark edebileceğin bir teslimiyeti tercih etmenin kötü bir yanı yok; aksine, daha faydalı. diğer teslimiyet, yani etrafında ne olduğunu bilmeden, kendini bilmeden, bilmeyi bilmeden ve daha fenası bazı önemli şeyleri (*) reddederek uçsuz bucaksız sokakta koştururken birilerine çarpmamak, yaralamamak, ezmemek, öldürmemek ve bu insansı dehşetten bir şeyler öğrenmek mümkün değil, hatta öğrenmeyi öğrenmek bile. sakat bacakların üstünde sürdürülen kusursuz bir yarış oyunu bu; oyuncular, sakatlıklarının ayırdına varamadan ölüyor, ve belki de ancak öldüklerinde varış çizgisinin hiçbir zaman orada olmadığını anlıyor, kim bilir. fakat bu bile bazı durumlara yeğdir: yatağa ya da kanepeye uzanıp varolmayan ve asla varolmayacak bir sokağın ortasında düşlere dalmış bir yokvarlık olarak durmanın hayalini kurabilirsin, tıpkı benim gibi, bacaklarını hissetmeyerek.
hissetmek demişken…
2 yorum:
koş güzel adam koş
koş hiç korkma koş
uç güzel adam uç
gözlerin yok mu senin
Eni onyedi metre, boyu sonsuz sokağın içinde bilmeden "yürüyormuş gibi durmanın" verdiği teslimiyetin hazzı konuşulamaz ya, amacın bir yere yetişmek ise sonunu bildiğin sokaklarda yürümeli/koşturmalı.
Sanırım yine de teslimiyetin her hali keyifli. Bizse keyif için yaşıyoruz.
Yorum Gönder