16 Kasım 2009 Pazartesi

kafa kağıdı

ilk cümleden başlamıyorum okumaya: kırmızıdan maviye geçiyor dakika, maviden mora, her maktulden koparılma işaret parmakları gösteriyorum köşeli bir kutuda, hem bak yek para, yersen iki; sonra kırmızıdan mora, mükerrer bir ağıttan muhayyel bir tekrara. suratıma kapıyorum.

kutuyu yani. kapıyorum çünkü ölmek istemiyorum. çünkü, tek başlı parmaklar da vızıldıyorlar karınca cesetleri gibi; ya da cesetler üzerinde karıncalar artıklara koşuyorlar, ve dediğim gibi, vızıldıyorlar. aksine larvalar olabildiğince sessiz, ölenleri uyandırmamak için.

her bir paragraf bunun gibi başlamalı; yani
her bir paragraf. her bir film her bir şarkı her bir resim, her bir heykelin maddesindeki aynı çiğliği barındırır. ve biz çiğliği babalarımız kadar sevmeyiz. kargalara hayran da olsak korkulukları severiz, dimdik olmasa da, ayakta durmak dediğimiz eylemi onu söylemeksizin ve daha önemlisi durmaksızın yap-

özellikle kafamızın karışık olduğunu söylediği anlarda. bu yüzden olmalı diyor insan, sabahın yedisinde her bir cümlenin sonu

sonra bir takım adamların ve bir takım kadınların kendi seneyi devriyelerinde kendi ölümlerini bağırdıkları şarkılar alış/veriş listelerine girdiğinde irkildik. her birimiz farklı sebepten. aldırmayanlarımız da oldu, buna kuşku yok, kasiyerler gözlerinin içine bakılmak için olgunlaştırılmamışlardır. çorap kokulu tükürüklerimiz helvaya fıstık olmadan gelgelelim: nasıl bir karakter söyler ki bunu: soru işareti kullanacak kadar bile mi cesaretin yok. korkma. ben intikamımı ödünç alıyorum.

filmdeki kabarık saçlı yahudi adamı da sevmedik. bizim için yeterince güçlü değildi. ancak söylerken dilime varıyor ama kadı kızı bile bilebildiğine göre, nihayetinde herşey buna bağlanıyor, her bir kelime kendisinden hemen önceki boşluğa bırakıyor bir miktar fazlalığını. belli ki kafası karışık. her bir matematik dersinin başında sana yalan söylediler.

ve işte yine bir şimşek daha çakıyor, temel dilbigisi duygularına ve kurallı uykularına aykırı olarak. dakika beyazım diyorsa (ben bilmem beynim bil-) beyazdır. kutu değil de, bizim peynir de beyazdır, bu daha ziyade kayıp bir otobanda gasilhaneye doğru hızla yol alan bir kefen gibi. sesinin kaç saniye geriden geleceğini öğrenebilmek için gözümü saatten ayırmıyorum. oysa biz, gürültünün olanca parlaklığını bir önceki cümlede duyduk. velhasıl, yatak 2km, son bir sır daha vereyim: kütleXhız=aşağıdaki paragrafı size adıyorum

1 Şubat 2009 Pazar

gözyaşamlı öyküsü

şimdi, çok uzun bir süredir şimdi, başka bir odadan başka bir odaya gidiyor. döndüğü güne dek, döndüğünü gördüğüm güne dek, gitmeye devam edecek.

şüphesiz bir ben yaratmak var şimdi, başlarda, bu cümleden itibaren. ve bir ben yaratılmışsa şayet, şüphe daima berbat bir organdır. çok önceden biliyorduk. bu yüzden ve yine de her nasılsa, tatlı adamlar ve koca kadınlar, ya da tersi, tatsız tuzsuz belirginlikte varolmak için gönüllülerdir; ya da en azından, belirginlikle... yahut bırakalım, herkes kanıtlasın kendini, gözlerine dek tüm, emin. hayata dair, ölüme, önceye ve sonraya. ama asla şimdiye değil. boşverelim bunları da, ortalamanın altında bir deyişle ve nizamı bozmadan desin ki hep hepimiz bir ağızdan: o şimdi… ve ben bilsin, o’nun şimdisinde belirgin bir son yoktur ve fakat tetkikler sürmektedir. belirgin bir oda da yoktur, gizli bir oda da.

bütün bunun bir sığınma çabası olduğu açıkça görülüyor: allahıM! başımız sağ olsun. sanılanın aksine zaman, öldürülebilen bir nane değildir; şey, hiç değildir. yoksa tüfekler sol omuzda, vururduk. nanedir, öldüremezsin. anca anca koparır yersin; dilinde ferah bir tat, oysa ertesi sabah… ona adam akılla bir baksan: ayağında terlikler, yamuk dikişli bir robdöşambrla kireç boyalı koridorda, boku hala boktur. ve biz, hepimiz, boku bok olarak anmayı zamanın paslı suyunun herhangi bir yerinde, erkekliğimizde bıraktık. nanenin de adı değişir, rengi, dokusu, o artık sadece bir nane değildir ve tamı tamına kestiremediğimiz bir bölgede seyahat etmektedir. sonra o, diyelim ki bir güldür, bir patatesin yanağa zalimce sıçrayan tuzu, bir böceğin incecik sallanan bağırsağı veya koludur, ya da hiç değilse daracık ve önemsiz bir arzu; nane, artık asla nane olamamaya yeğlenen bir nanedir. böyle zamanlarda, yani böyle zamanlarda söylenmesi şart olduğunda: nane herzaman nanedir, zaman da herzaman zaman. ne ölmek bilinir, ne de geçip gitmek. sana aldırmaz, yaşamak bilir. böylece ölmek de. yat, kalk. bu ana kadar olanlardan bir anlam çıkarmaya çalışan varsa, boy… tahayyül edemediğim muhayyel bir naneden bahsediyorum. nane şurubunun yanında, pazar gurubunda, falan.

böyle olmamalıydı bütün bu; aslına alınıp askere yazılmalıydı. fotokopiye dayanarak ötekine yazıldı.

alınması gecikmiş bir mektubu nihayet aldım geçen pazar. geçen pazar dediysem, benim hatam, çok pazar oldu, halbuki hala almak istediğimden şüpheliyim. hem eve döndüğümde kıvılcımlarla ampul patladı. kimilerine makul gelebilir, suçlamıyorum. tavanın derinliklerinde yaptığım ince araştırmadan sonra öğrendim ki sorun ampulde değilmiş; bende olduğunu söyledi, emin değilim. disiplin vesaire. sinirleniyorum, disiplinsizim, sırf haklı çıkarmak için. en azından öyle deniyor. senin için de deniyordur ama. amalar…

pazar dediğin geçer. çünkü pazarların zamanla ilgilendiğini gören henüz çıkmadı. ya da çıkmaya yaklaşmış, fakat içeri atılmıştır. sonra başka bir tatil günü başka başka omuzlardan indirilmeleri söylenir tüfeklerin, ağızlar hizasından aşağı nahiyelere, ve daha da aşağı nahiyelerden alınması istenir hedefin. kulağa garip gelse de, bir istektir bu: kip, veya paslı sular, kipler. koşullar oluştuğunda metal tadında kusulması gerektiği çok önceden hepimize öğretilmiştir, bizden de önce, birbirimizi duymak, ve beni vurmak için. kışladaki bütün sular bir banyo uğruna ikinci emre kadar kesilmiştir. üstelik, hem sırada hem de hepsinden ayrı bir pazar akşamı, ayışığı dinleyip korkudan sıçarken, mentol kokulu çatısında nöbetleri törenle değiştirilen bir hastanenin bütün o çocukları, bugüne kadar söylenmiş ne kadar tip varsa ne kadar dilek ne kadar şart, hepsinin üstünde sekmeyi ve gittiği yere kadar gitmiş herşeyi itmeyi düşünen ben: düştüm.

artık dört kollu terleri hatırlıyorum, su gibi, küfürler, tuzlu organlar, ve kestirmeler, ve dolambaçlar, ve kan, ve ter, aklımda kalan herşey müphem; küfürler hariç.
şüphesiz.