15 Temmuz 2008 Salı

ateşle yaklaş

bu metin, yazılma sebebini daha en başta açıklamak zorundaydı. en baştan başlamalıydı anlatmaya ne anlatacaksa, sanki başı ve sonu varmış gibi. hatta ilk cümlede sıralaması gerekirdi belki: ateş, yoksa, yanmak, da, yoktur. hemen ardından da başka bir metnin tohumlarını atmalıydı: konuşmayan, hiç konuşmayan bir adamdı, basitçe ve sadece yaşamalıydı bu adam, gösterişli eylemlerde bulunmayan, sadece yemek yiyen, arada bir uyuyan, ya da diyelim ki çorapları sabunlu suda beklerken fal bakan bir adam olmalıydı; bir de sese ihtiyacı vardı metnin, anlatabileceğini anlatabilmek için, şu anda uyuyan adamdan ayrı, onun dışında, ona sen diyen bir ses, ona yapması gerekenleri söyleyen, yaşaması gerektiğini söyleyen, her yargıda onu mahkum eden bir ses, sahipsiz, evsiz, eylemsiz, nefes almayan bir ses, biraz daha ileri gidilecek olursa: varolmayan, ve bu yüzden ona ihtiyaç duyan bir ses.

bana kalsa şöyle başlardım: uyuyan adam depresif adam değildir. daha doğrusu, en başta şarkı söylüyor olmasaydım (it may look to the untrained eye, i'm sitting on my arse all day): uyuyan adam yaşamayan adam değildir, derdim; ya da: uyuyan adam uyuyor evet, hayatta olan her memeli gibi, ölüyor. kendimi, metinle olan ilişkimi ikinci plana atmaya zorlayıp birinden birini seçmek durumunda bıraksaydım eğer, ortaya bir tekrardan öteye gidemeyecek şöyle bir özet çıkabilirdi: bedenli, uyuyan, eylemli, arada bir nefes alıp yemek yiyen, ve sözünü kendi sesiyle göstermeyen bir adama mı güveneyim, yoksa sadece konuşan, sürekli konuşan, konuşmalısın, eylemelisin diyen, uyumayan, uyanmayan, bedensiz ve dolayısıyla eylemsiz bir sese mi? perec’ten laf açılıyorsa, savaşı ve mücadeleyi de anmalı, ve tüm çağrışımlarını. bir de belki şifrelemeyi. o da belki; sürekli oturup konuşmaktan ve birbirimize dert yanmaktan sıkılırsak diye.

şimdi tam burada tutup da başı ve sonu olmayan şeyler vardır diyeceğim, güleceksin. haklısın. az önce bahsi geçen tohuma doğru kaçarsak: bitki, çiçek, tohum, bitki, çiçek, tohum; metin, metin, metinler, metin. şimdiye kadar okuduğun her söz metafor olmasaydı, bunun da bir başı olabilirdi belki, bir iskambil oyununun dağıtılan ilk kağıtları gibi. önce iskambil kartları mı vardı, yoksa ancak bu kartlarla oynanabilecek olan oyun mu? velhasıl, başını ve sonunu kesinlikle bildiğimiz bir cümle var: canlılar ölür, sesler değil. devamını da biliyoruz: zamansızlığa sahip değilim, ki başlangıcını kutlayalı iki ay olmadı dostlarla, bitişini de kutlayacağız. zamansız olan söz; ve fakat ne benim sözüm ne de senin sözün. bir sonraki paragrafa sağ ayağıyla başlayacaklar olabilirdi, işaret parmaklarıyla göğü gösterecekler de. ama olmadı. söz tanrıya gelince, hepimiz kenara çekilip birbirimize bakarız; belki de mütevazılığı bırakıp narsistik cümleler kursak iyi olur, yani bazen: tanrı(!) olsaydım(!) eğer(!), yaşadığını sanan ama aslında uyuyan bütün kadınlar ve bütün adamlara kızardım, ve muhtemelen nasıl olup da göremediklerini anlamazdım(!). işte böylece, en azından, gölgebedenin ve onun arzularının arkasına saklanamayacağımız kadar görünür olur eylemden taşan sazlısözümüz.

ama burada kurallar farklı. (i'm biding time until i take you all on). zaman da. burada bütün pantolonların ve bütün elbiselerin fermuarları çekili. burada ses ve eylem bir. ya da kitapta. sözde uyunuyorsa, eylem uyumak. sözde ahlaksa, eylem susmak. sözde kahırsa, eylem çekip gitmek. görüneni dağlayıp, vesaire.

bu cümlede sıkıldığımı ve kendi kendini bitireceğini söylese de metin, inanma. şu noktadan sonra yapabileceğim tek şey, kitabın başındaki alıntıyı bu metnin sonuna yapıştırmam olsa gerek(cos i spy).

“Evinden çıkman bile gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.”
Franz Kafka
(günah, acı, umut ve doğru yol üzerine düşünceler)